Epeydir blog siteme yeni
yazılar post edememiştim. Bu gün bunu telafi edecek ve 4 blog post
edeceğim. Bunlardan ilki Gezi Parkı
olayları hakkında yazdığım bu blog temsil ediyor.
Geҫmişte yazılarımda ekonomik
politikaları verilere ve analize dayanan bilimsel metodoloji yӧntemiyle
eleştirdiğimi, konuları hissi/politik/ideolojik boyutlu olarak değil de
kiliksel bir yaklaşımla aҫıklamaya ҫalıştığımı biliyorsunuz. Politik boyutlu olan bu yazı benim çok ender
bir teşebbüsü temsil ediyor. Ancak, ileriye yӧnelik olarak, planım yazılarımın eskiden olduğu gibi,
yine ekonomik/finansal konulara odaklanması.
Şu konuda, sanırım tüm taraflar
– hükümet, muhalefet, eylemciler, yerli ve yabancı medya, vs. bir gӧrüş
birliğindeler: Eylemler Gezi Parkı hakkında değildi. Gezi parkı bardağı taşıran
son damlaydı. Gezi Parkı olmasaydı, patlamayı bir başka gelişme yaratacaktı.
Eğer, sosyal medyanın yorumlanması ölçülmesi teknolojisi gelişmiş olsaydı, Başbakanın
arka – arkaya kimseye sormadan verdiği yüksek boyutlu, mali, toplum
mühendisliği, ҫevresel kararların toplumda tansiyonun yükseltmekte olduğu
belirlenebilinecekti. Eğer, olayın bӧyle
bir 'otopsisini' yapmak mümkün olsaydı,
bu egsersizin potansiyel olarak hem hükümete hem de topluma faydası olacaktı.
Konuya ex-post olarak bakıldığında, yani, konu olay-sonrası olarak, dikiz
aynasının sağladığı avantajla
incelendiğinde, ve eğer Financial
Times gazetesinin 28 Mart, 2012 tarihli sayısında Başbakan hakkında yazılan
bir makalede yapılan ortak temalı bir-kaҫ gӧzlem Başbakanın kararlarını
gittikçe izole olduğu bir ortamda vermekte olduğunu ifade ediyor. Böyle bir
ortamda, denetim ve dengeler mekanizmasının efektif olarak işlemesi ihtimali
düşük olur.
Bu durum hem toplum iҫin, hem
de toplumun lideri iҫin tehlikeli bir ortam oluşturur. Ҫok sayılı lider mutlak iktidardan hoşlanır.
Ancak, mutlak iktidarının olması lideri bir kibir tuzağına da sokar. Kimse
tarafından eleştirilememesi, her istediğinin sorgulanmadan yapılması tabii ki
bir lider iҫin gurur okşayıcı bir ortam oluşturur. Ancak, bu koşullar sӧz konusu liderin kararlarının sık olarak
ҫarpık olması durumunu da yaratır. Bir liderin kararlarının rasyonel ve doğru
olması iҫin en ӧnemli ve gerekli temel maddeler, gӧrüş ҫeşitliliği ve veri
zenginliğidir.
Gezi Parkı eylemininin islȃmi
kesim ile laik kesim arasında bir mücadeleyi temsil ettiğini düşünmek yanlış
bir gӧrüş olur. Bence, anlaşmazlık
laik/dindar gruplar arasında değil de
ҫogulculuk ile otoriterizm hakkında.
Demokratik bir siyasi sistemin sağlıklı bir yapısı olması iҫin gerekli ve
yeterli koşullar, sistemin hem 'ҫogulcu' unsurları, hem de iyi işleyen bir
'denetim ve dengeler' mekanizmasını iҫermesini ӧnerir.
Bu arada Sn. Başbakanın dün
ifade etmiş olduğu bir gӧrüşüne katıldığımı belirtmek isterim. Ancak, ifade
etmiş olduğu gӧrüşü ben kendisinden daha değişik bir ҫerҫevede
değerlendirmekteyim. Başbakan Erdoğan, Türkiye İhracatçılar Meclisindeki
konuşmasında şunu soyledi: "Sistem
içinde en az iktidar kadar muhalefet de güçlü, kaliteli, seviyeli olmak
zorundadır. En az iktidar kadar çalışmak, proje üretmek durumundadır". Bu
gӧrüşe katılıyorum.
Ancak, "Muhalefet,
iktidarın seviyesine ulaşamazsa, yanına yaklaşamazsa, aşırı uçların eline
geçer" ҫumlesinin.."aşırı uҫlar..." kısmına katılmıyorum, ҫünkü
10 yıldır muhalefet etkili olmamasına rağmen, üstelik gittikҫe AKP'ye oy
kaybetmesine rağmen, aşırı uҫların aktif olduğu, ülke iҫin bir tehlike
oluşturduğu bir duruma şahit olmadık.
Başbakan'ın muhalefet partileri
boyutlu gӧrüşlerinin ӧnemli kısmına katılmamın nedeni, benim gӧrüşümce, AKP'nin
başarısından sadece AKP sorumlu olmaması. Bu başarıya, muhalefetin
başarısızlığının da ӧnemli dereceli katkısı oldu. Bilindiği gibi Avrupa
ülkelerinde bazen seҫmenler ideolojik nedenlerle değil de, diyelim,
"Hiristiyan-demokratlar ülkeyi yeteri süre yӧnetti, biraz da
Sosyal-demokratlar yӧnetsin" gibi düşünceyle iktidar/koalisyon değişikliği
yapıyorlar. Buna rağmen muhalefet partileri, Türkiye'de senelerdir tek başına
iktidara gelemedi.
Yazının son bölümünde bu
olayların ciddi ekonomik etkileri olacağını ve etkilerin ne gibi ekonomik
değişkenleri içereceğini tartışıyorum.
Malesef, olaya 2 ay aradan sonra sonra baktığımızda faizler, döviz
değerleri, borsa hareketleri açısından Haziran başında yapmış olduğum bu
tahminlerin doğru çıkmış olduğunu görüyoruz.
Bu dönemde, aynı zamanda Fed’in ayda 85 milyar dolarlık tahvil satın
alımlarına son vereceği, hatta piyasalardan para çekmeye başlayacağını konusunu sık sık gündeme getirmesinin galişen
ülke faiz ve döviz değerlerinde yükselişleri tetikledi. Ancak bu verilerin
Türkiye ekonomisinde, diğer gelişen ülkelere oranla çok daha sert olarak
gerçekleşmiş olması Başbakanın ‘faiz lobisi’, komplo teorileri’ gibi
retoriğinin yabancı yatırımcıların Türkiye’ye duydukları güvende bir erozyon
yaşamış olduklarını gösteriyor. Bir sonraki yazımda bu konuyu inceleyeceğim.
No comments:
Post a Comment