Friday 21 September 2012

Büyüme Hızı, Mali Disiplin – Cari Açık, Ekonominin Problemleri


BÜYÜME HIZINDAKİ DÜŞÜŞ, MALİ DİSİPLİN VE EKONOMİYİ BEKLEYEN PROBLEMLER
Sayın Başbakan 2007-08'de dünyayı sarsan krizin ekonomimizi "teğet geçeceği" görüşündeydi. Ben o zaman çeşitli platformlarda, bu günün entegre olmuş (hem ürün hem de finansal piyasalarda) küresel ortamında bu tahminin doğru çıkma ihtimalini çok düşük bulduğumu ifade etmiştim. Nitekim, 2009 yılı verileri söz konusu krizin ekonomimizi teğet geçmediğini gösterdi (örneğin, 2009'da ekonomi -%4.7 daraldı, 2008'deki %11'lik işsizlik oranı 2009'da %14 tırmandı). Mortgage krizinin ekonomide yaratacağı etki konusunda yanılmış olmasına rağmen, Sayın Başbakanın 1 yıl kadar önce, bu defa daha da cesur davranarak, Avro krizinin ülkeyi "teğet bile geçmeyeceği" tahmininde bulunması bir önceki krizdeki tahmin performansı çerçevesinde inandırıcı olmaktan uzak. Benim görüşüm, teğet geçecegi öngorülen, ama teget geçmemiş olan krize oranla, bu krizin daha da derin, daha da yaygın, ve etkilerinin 1 yıl yerine çok daha uzun süreli olacağı şeklinde. Bu sonuca varmamın çeşitli nedenlerini aşağıda tartışacağım.
Önemli bir faktör şu: Küresel ekonomik yöneticilerin bir önceki krizde ellerinde en önemlisi para politikası olan sayılı silahları vardı. Ancak, krizin olumsuz etkilerini nötralize edebilmek için para politikası kanalıyla, faizleri sıfıra yakın bir seviyeye indirebildiler. Ayrıca, finansal kuruluşları kurtarabilmelerinin maliyeti çok yüksek olduğu için finansal kaynaklarını eritme seviyesine geldiler. Dolayısıyla, ekonomik otoriteler bu olasalı krize cephaneleri neredeyse boş olarak giriyor olacaklar. 10 yıllık hazine bonosu faizi ABD ve İngiltere'de %1.5, Almanya'da ise %1.25 civarlarında olduğuna göre, faizlerin daha da indirebileceğini düşünmek gerçekçi olmuyor. Daha da önemlisi, Keynes'in "likidite tuzağı" olarak tanımladığı böyle bir ortamda, ek faiz indirimleri gerçekleşse bile bunun yatırımlar üzerinde önemli bir etkisi olması beklenemez. Nitekim, bu gün küresel ekonomiler büyüme yerine, neredeyse bir resesyon ortamında yaşıyorlarsa, bunun nedeni faizlerin yüksek olması olamaz. Bu günkü ortamda ekonomilerin en önemli sorunu başında Avro kaynaklı problemler olmak üzere küresel belirsizlikler, ve bu belirsizlikleri ortadan kaldıracak bir politika aracının olmaması.
Aşağıda daha detaylı olarak tartışacağım gibi Avro sistemine bir çözüm bulunabileceğini düşünemiyorum. Eğer Avro ülkeleri yöneticileri bu durumu problemler başladığında görebilip, sistemin dağılması için hemen düğmeye basmış olsalardı, küresel ekonomilerin tehlikeyi nispeten düşük seviyeli bir hasarla atlatabilmeleri mümkün olacaktı. Ancak, sistemin dizaynında yapılmış olan hataların yarattığı problemlerin bir paslanma ya da çürüme gibi geri çevirelemiyecek niteliklerini görmeyip/kabul etmeyip, çözümü olmayan bu problemlere çözüm bulma için israf ettikleri zaman, hem küresel ekonomilere büyük bir maliyet yükledi (örneğin ABD'de uzun süreli işsizlik, tüm dünya ekonomilerinde düşük büyüme hızı, vs.), hem de uzun süreli çozüm arayışları problemlerin ülkeler arasında metastasize olmasını tetiklemiş olduğu için dağılma bu gün bile gerçekleştirilse, benim görüşümce önemli boyutlu bir küresel krizin oluşması önlenemeyecek.Dağılma opsiyonunu problemler başladığında kullanmamanın Avro ülkelerine ek bir maliyeti daha oldu: ekonomisi sağlıklı bir durumda olan Almanya, ve durumları nispeten sağlam olan ülkeler ve Avrupa Merkez Bankası (AMB), Yunanistan'ı iki defa ve ayrıca İrlanda ve Portekiz'i "kurtarmanın" maliyetini yüklenmek zorunda kaldılar. Ancak, bu kurtarma işlemleri devam edebilir mi? Bence bu sorunun cevabı "Hayır".
Bunun bir nedeni, tünelin sonunda bir ışık görünmemesi, yani ilerde kurtarılması gereken başka ülkelerin de gündeme gelme ihtimalinin yüksek olması. Nitekim, şu anda uçurum kenarında dans eden İspanya ve İtalya var. Kim bilir daha sonra hangi ülkeler kapıda olacak? Ayrıca, "kurtarılmış" olan ülkeler, ekonomilerinin büyüklüğü açısından kapıda bekleyen ülkelere kıyasla bir "çerez" niteliğinde. İki defa kurtarılmış olduğu için Yunanistan'ın 2012 GSYH tahminini 2 ile çarpıp, bu rakama İrlanda ve Portekizin 2012 tahmini GSYH'lerini de eklersek toplam €732 milyar oluyor. Öte yandan, İtalya'nın GSYH'si €1.590 trilyon, İspanya'nın ki ise €1.064 trilyon. Bu iki ülkenin GSYH toplamı €2.654 trilyon ve önceki 4 kurtarma işleminin uygulandığı ülkelerin toplam GSYH'lerini gölgede bırakıyor. Ayrıca, problem ülkelerin bonolarının yatırımcısı büyük bir ölçüde Avrupa bankaları olduğuna göre, bu bankaların, bu ülke bonolarındaki kayıplarını karşılayabilecekleri de şüpheli. Bu bonoların fiyatı bu gün temerrüt ve dağılma ihtimallerini yansıtıyor. Ancak bu durumların gerçekleşmesi durumu, problemli ülkelerin bono fiyatlarında ek bir düşüşü tetikleyeceği için, sermayelerini daha da eritecek, hatta bazı bankaların sermaye oranlarının sıfır ya da eksi olmasıyla bile sonuçlanabilecek. Böyle bir durumda, belki de yayılma etkileri kanalıyla Lehman Brothers olayından daha büyük boyutlu bir krizle sonuçlanacak. Üstelik finansal kriz, ülkelerin zaten şu anda sağlıksız olan reel sektörlerini derin bir resosyona dönüştürebilecek.
Çeşitli yazılarımda daha önce de bahsettiğim gibi, Avro sistemi kurulurken yapılmış dizayn hataları çok büyük boyutlu. Bu nedenle bu sistemin problemlerinin çözümü olmadığını en az 1.5 yıldır ifade etmekteyim. Bu konunun detaylı bir incelemesini "Avro Bölgesi Problemleri" başlıklı yazımda bulabilirsiniz. Yazının link'i http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=8008649534401717911#editor/target=post;postID=3602324434264056971Bence, sistemin problemleri için tek çözüm Avro Bölgesinin dağılması ve bu ülkelerin sadece AB ülkeleri haline gelmesi. Ancak, bu safhada, dağılma düğmesine bugün bile basılsa bile, önemli bir kriz yaşanması, hatta bu krizin 'mortgage krizinden' daha şiddetli, daha yaygın ve daha uzun süreli olması ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum. Üstelik, bu olsalı krizin etkileri hem küresel finansal sisteminde hem de ülkelerin reel kesimlerinde hissedileceğini sanıyorum.
Ayrıca, çözümü olmayan bir duruma, çözüm arayışları, yaratılan belirsizlikler nedeniyle, küresel ekonomilere ağır bir maliyet yüklemekte. Ekonomilerin büyüme hızlarındaki yavaşlama, inatçı ve yüksek seviyede seyreden ışsizlik oranları, düşük yatırımlar, finansal ve reel kesim yatırımcıların riske olan iştahlarındaki önemli derecede azalma, vs., bu maliyetlerin göstergeleri olarak yorumlanabilir. Çözüm arayış sürecinin devamı, maliyetlerin gittikçe artması anlamına geldiği için, sürecin uzatılmasının belki de çok yakında bir küresel resesyonu tetikleme olasalığı var. Bu nedenlerle, önerim sadece sistemin dağılması değil, aynı zamanda bukonuda düğmeye bir an önce basılması gerektiği şeklinde.
Diğer yazılarımda bilhassa yukarda linkini verdigim yazımda formüle ettiğim hipotezler doğruysa, yani sistem zaten dağılmaya mahkümse, dağılmanın İspanya ve İtalya kurtarılması sonu gerçekleşmesi halinde, hem süreç uzamış olacak ve bunun uzantası olarak maliyetler artacak, hem de söz konusu ülke ekonomilerinin büyüklüğü nedeniyle, kurtarma paketlerinin çok büyük rakamları içermesi gerekecek. Bu nedenle İspanya-İtalya operasyonları sonrası yaratılacak krizin, bir an önce dağılma alternatifine oranla ekonomilerde bir "nükleer kış" koşulları yaratacağından şüphem yok. Dağılmanın bir an önce gerçekleştirilmesi önerim bu nedene dayanıyor.
Açıkçası, hem çözüm arama sürecinin devam etmesi, hem de dağılma alternatifi (bugün bile gerçekleştirilse) benim görüşümce küresel bir krizin oluşmasını önleyemeyecek. Bunun ana nedeni, yukarda belirttigim gibi, para politikası araçları bir önceki krizde effektif ve büyük boyutlu olarak kullanılabilinirken, bu defaki olasalı kriz ortamında hakim olacak olumsuz ekonomik gelişmeleri nötralize edebilecek effektifpolitika araçları çok sınırlı bir seviyede. Dağılsa da dağılmasa da, Avro-problemlerinin Türkiye ekonomisinde yaratacağı (ve halen yaratmakta olduğu) etkilerin derin ve yaygın olacağı yüksek bir olasalık. Nitekim, bu etkiler bilhassa dış finansman bulma konulu olarak ülke ekonomisinde son 12 aydır hissedilmekte.
Söz konusu problemler ekonomimizi hem ticaret kanalıyla (Dış ticaretimizin %50'si AB ülkeleriyle yapılmakta) hem de finansman kanalıyla etkilemekte. Finansman kanalının öneminin de 2 nedeni var: 1. Hem finansal, hem de reel kesim şirketlerimizin dış finansman kaynağının önemli bir dilimi AB ülkelerince sağlanmakta. 2. Avro ülkeleri küresel belirsizlikten önemli ölçüde sorumlu olduğu için, bu belirsizliklerin tetiklediği risk iştahındaki düşüş ülkemizin küresel pazarlarda dış finansman ihtiyacını karşılamasında güçlükler yaratmakta. Nitekim, ülke son 9 ayda cari açık finansman ihtiyacını, Net Hata Noksan kalemi altındaki yüksek seviyeli döviz girişine rağmen, ancak biriktirilmiş reservlerinin takriben $11 milyarını eriterek karşılayabildi (aynıdönem cari açığının %22'si). Finansman ortamının ne kadar vahim duruma geldiği, bir önceki yılın aynı 9 ayında reserv eritmek yerine reservlere takriben aynı miktarda ($11 milyarlık) bir ekleme yapılmasının mümkün olmuş olmasından anlaşılıyor.
İkinci çeyrek büyüme performansının düşük olmasını sürpriz olarak görmüyorum. Çünkü hız kaybeden büyüme performansı her şeyden çok Avro bölgesinde yaşanmakta olan krizi yansıtmakta. Aynı nedenle Sn. Başbakanın "teğet bile geçmeyecek" tahmininin gerçekleşmeyeceğinden şüphem yok. Yapısal açıdan Türkiye ekonomisinde büyümenin lokomotifi iç talep olmuştur. Örneğin 2011'nin ikinci çeyreği büyüme hızı %8.8 olarak gerçekleşti. Ancak bu büyüme hızını iç ve dış talep parçalarına ayırdığımızda, bu dönemde iç talep artışının %14, dış talepteki artışın ise -%5.2 olduğunu görüyoruz. Bu nedenle ekonomide Avrupa kaynaklı olumsuz etkilerin büyümeyi beklendiği gibi iç talep kanalıyla etkilemiş olduğunu görüyoruz. Nitekim, bu yılın ikinci çeyreğinin düşük büyüme hızınının detaylarına baktığımızda, şu iç talep boyutlu veriler bu durumu yansıtmakta: geçen yılın aynı dönemine oranla bu senenin 2. çeyreğinde tüketim -%0.5 daraldı, reel sektör yatırımlarında -%8'lik bir düşüş yaşandı, ekonomide önemli ağırlığı olan ve geçen yılın aynı döneminde %11 büyümüş olan insaat sektörü bu yıl sadece %0.4 büyüyebildi.
Cari açık probleminin ülkenin bir numaralı kırılganlık noktasını oluşturduğu düşünülür.Bu doğru gözlemi detaylı olarak incelediğimizde bu problemin ve son zamanlarda bu problemin diğer boyutunu temsil eden dış finansman konusunda yaşanan güçlüklerin ön plana çıkmasının ana nedeninin ülkenin hızlı büyümesinden kaynaklandığını görülüyor. Aslında ekonominin yapısı cari açık ile mali disiplin arasında bir takası içermekte. Mali disiplininin geçmişteki sağlıklı durumundan da yine büyük ölçüde ekonominin yakın geçmişteki yüksek hızlı büyüme performansı sorumlu olmuştur.Sonuç olarak, ülke yüksek hızla büyüdüğünde cari açık problemi yaşıyor, ancak mali disiplini sağlıklı oluyor.Büyüme hızında yavaşlama gerçekleştiği dönemlerde ise, cari açık probleminin şiddeti azalıyor, ama bu makro konulu kazancın maliyeti mali disiplinin bozulması oluyor. Sonuç olarak ekonomi yüksek hızla da büyüse, düşük hızla da büyüse bir makroekonomik problem yaşamış oluyor. Avro sistemi kaynaklı problemlerin 2012'in ilk yarısında yarattığı büyüme hızındaki önemli düşüsün, cari açık boyutlu etkilerinin olumlu, mali disiplin açısından ise olumsuz olduğunu aşağıdaki veriler destekliyor.
Önce büyüme hızı-cari açık ilişkisine bakarsak, cari açığın düşük büyüme hızlı ortamda beklendiği gibi azalmış olduğunu görüyoruz. Nitekim, 2011 Ocak-Temmuzcari açığı $50.2 milyarken, 2012 Ocak-Temmuz açığı $34.5 milyara düşmüş olması sürpriz değil. Ancak, sürpriz, cari açıktaki bu azalmanın kaynağı: Normal olarak, Türkiye ekonomisinde cari açıktaki daralma büyüme hızında yavaşlama tetiklediğinde, hem ihracatta hem ithalatta düşüş yaşanır, ama genellikle ithalattaki değişim, ihracattaki değişime hakim olur. Nitekim, 2008'de $41.5 milyar olan cari açık, büyümenin -%4.7 olduğu 2009 yılında, $13.4 milyara düştügünde, ihracattaki daralma (2008'e oranla) %22 iken, ithalattaki azalma %31 olmuştu. Ancak, en azından ilk bakışta 2012'nin ikinci çeyreğinde şahit olduğumuz düşük büyüme hızına, ithalat ve ihracat tipik tepkilerini sergilemedi. İthalat bu yılın ikinci çeyreğinde (2011 ikinci çeyreğine kıyasla) sadece %3.6'lik bir düşüs kaydederken, ihracat azalmak yerine gerçekte %20'lik bir artış gösterdi. Ancak, ihracattaki artışın yanıltıcı olduğu savunabilinir: Çunkü ihracattaki artıştan büyük ölçüde sorumlu olan faktör İran'a yapılan altın "ihracatı” oldu. 1. Her şeyden önce, bunun gerçek anlamıyla bir ihracat kalemi olup olmadığı tartışma götürür ve tartışılmalı.
Türkiyenin İran'dan yüksek miktarda enerji ithal ettiğini biliyoruz. Normal olarak bunun faturası dolar olarak belirlenirAncak, Batı ülkelerinin İran'a uyguladıkları yaptırımlar nedeniyle uluslararası bankacılık sistemi, bu dolar transferini yapamamakta. Dolayısıyla, Türkiye İrandan ithal ettiği enerjiyi altınla ödemeye başladı. Nasıl eskiden enerji ithalatı için dolar ödemeleri ihracat olarak sayılmıyor idiyse, bu altın ödemelerinin de bir ihracat kalemi olarak gösterilmemesi gerektiği iddia edilebilir. 2. Türkiye net altın ithalatçısı olan bir ülke. Bu nedenle neredeyse tükenmiş olan altın stokunu yenilemek (ithal etmek) durumunda. Dolayısıyla, enerji ithalatı ödemelerini altınla yapmak ihracat sayılsa bile, bu kalem kurumak üzere olduğu için altın ödeme mekanizması sürdürülebilir bir "ihracat" kalemini temsil edemez. Bu konu önemli çünkü Turkiye bu "vitrin düzenleme" egzersizini uygulamasaydı, yani altın ödemelerini bir ihracat olarak göstermeseydi, 2011 ikinci çeyreğinde %8.8 olan büyüme 2012'nin ikinci çeyreğinde %2.9'a düşmekle kalmayıp, büyüme hızı eksi olarak gerçekleşecek ve ekonomi resesyona girmiş olarak görünecekti.
Büyüme hızı ile mali disiplin arasındaki pozitif ilişkiyi incelediğimizde, bu durumun iki gerçeğin bir araya gelmesi sonucu olarak oluştuğunu görüyoruz: 1. Büyüme modelinin iç talep kaynaklı olması. 2. Vergi yapısının çok büyük ölçüde dolaylı vergi ağırlıklı olması. Dolaylı vergilerin toplam vergilerdeki payı AB ülkeleri ortalaması olarak %35 iken, aynı oran Türkiyede %70'e yaklaşmakta. Dolayısıyla, yüksek hızlı büyüme yüksek seviyeli iç talebe ve yüksek vergi tahsilatına tekabül ediyor. Tabii bu şartlar altında bütçe açığı düşük olacağı için, kamu borç oranı da düşük oluyor, ve mali disiplinin sağlıklı olması ile sonuçlanıyor. Ancak, büyüme hızının yavaşlaması iç talebin duraklamasına ve dolaylı vergi tahsilatının düşük olması sonucu olarak bütçede artan bir açık ve genellikle kamu borç oranında bir artış yaşanması durumunu yaratıyor. Bu şartlar altında ekonomi mali disiplinde bozulmanın olduğu bir ortamla karşılaşmış oluyor.
Tabii, düşük büyüme hızının tetiklediği bütçe açığının bir kısmı vergi artışları ile finanse edilebilir. Nitekim 21 Eylül'de, 2011 Ekim'inde olduğu gibi otomotiv, akaryakıt, doğalgaz, tapu harçları, alkollü içkiler gibi kalemlere ek Özel Tüketim Vergisi artışları geldi. Dolaylı vergilerin regresif yapısı olduğunu, yani vergi yükünü orantısız olarak düşük ve sabit gelirlilerin karşıladığını biliyoruz. Bu durum zaten sağlıksız olan yüksek dolaylı vergi/toplam vergi oranını daha da artırıcı yönde etkilemekle kalmıyor, ayrıca bir resesyon ortamına girmiş olan inşaat ve otomativ sektöründe yaşanan problemlerin boyutunu da büyütmüş oluyor. Vergi konusuna geri dönersek, vergi artışları dolaysız vergilerle, diyelim gelir vergisi oranlarının yükseltilmesi ile de gerçekleştirilse, vergileri kaynakta kesildiği için vergi yükünü yine memur, işçi, maaşlı, yani sabit gelirliler kadrosu omuzlamış oluyor. Sonuç olarak ortaya çıkan depresif tablo şu oluyor: ülkemizde vergiler dolaylı da olsa, dolaysız da olsa, vergi yükünü gelirlerine oranla orantısız yüksek kısmını sabit ve düşük gelirliler ödüyor.aslinda vergiler dolaysiz da olsa bunun faturasini yine memur isci oduyor, cunku bu sabit gelirli kesimin gelir vergisi kaynakta kesiliyor. Bu duruma ulkenin rekor dis finansman ihtiyacini ('cilgin projeler' unutulsa bile) ve bu ihtiyacin riske olan istahin kurumus oldugu bir kuresel ortamda bulunmasi gerektigini (ve benim gorusumce tamamen yanlis olan 'tesvik paketinin' borc yaratici ama yatirim YARATMAYAN NITELIGINI de eklediginizde, ulkenin ekonomik performasinin ne kadar kotu olacagi gorululmus oluyor.
Türkiyede bütçe açığında beklendiği gibi büyüme hızı düştüğünde bir artış yaşandığını son veriler desteklemekte. Geçen yılın ilk sekiz ayında TL 2.1 milyar fazla veren bütçe, bu yılın aynı döneminde TL 8.5 milyar açık verdi. Aslında, bu rakam bu yılın ilk baharında mali affın yarattığı ek vergi tahsilatını da kapsadığı için "gerçek açığın" daha da yüksek olduğu mutlak. Yukardaki veriler büyümenin cari açıkta daralma, mali disiplinde ise bozulma yarattığını göstererek Türkiye ekonomisinde büyümenin cari açıkla mali disiplin arasında bir takası içermekte olduğunu tekrar teyitlemiş oluyor.
Ekonominin durumu kesin olarak bir bozulma trendinde olmasına ragmen, korkarım ülkeyi çok daha kötü günler beklemekte. Benim görüşümce olasalı bir krizin (bence kriz ihtimali oldukça yüksek), Türkiye ekonomisinde etkisi derin, kapsamı yaygın, ve süresi uzun olacak (örneğin, bu krizden finansal sektörün de etkileneceğini sanıyorum). Bunun bir nedeni ülke ekonomisinin tüm aktörlerinin son yıllarda gittikçe artan bir borçla çalışmakta olmaları. Ü Ülkemizde bireylerin borç yönetimi konusunda tecrübesi olmadığı için bu kredilerin büyük bir tehlike kaynağı oluşturduğunu biliyoruz. Ancak, çok yaygın olarak bilinmeyen bir başka faktör ülkede şirket kredilerinin de çok yüksek seviyede olduğu. Hem ekonomik volatilitesi hem de şirketlerin belirli dozajda bir volatiliteye karşı hassasiyetlerinin Türkiyeden çok daha düşük olduğu ABD'de şirketlerin Kredi/Özsermaye oranı %50, aynı oranın AB ülkeleri ortalaması %70 civarındayken, ISO 500 çalışması bu oranın 2010 yılında Türk şirketlerinde %120 olduğunu, 2011 yılında ise söz konusu oranın %140'a tırmanmış olduğunu belgeliyor. Buna Türk şirketlerinin yüksek seviyeli döviz kredilerinin içerdiği kur riskini, ve kamu borçlarında düşük hızlı büyümeden kaynaklanacak muhtemel artışı da eklersek, satışların, kȃrların, nakit akışlarının düşük olacağı olasalı bir kriz ortamında borç ödeme konusunda yaşanacak problemlerin yüksek boyutlu olacağı gerçeği ortaya çıkıyor. Bir başka deyimle, olasalı bir kriz ülkeyi mali açıdan çok kırılgan olduğu bir dönemde yakalamış olacak.
Bu faktörler nedeniyle son krizi badiresiz olarak atlatmış olan finansal sektörün bu krizden etkilenmeme ihtimalini düşük buluyorum. Bunun bir nedeni bireysel kredi ve kurumsal kredi kaynaklı ise, yine yaygın olarak bilinmeyen bir başka faktör daha finansal sektör üzerinde olumsuz bir rol oynayacak. Çok kişi, şirketlere verilmiş olan döviz kredilerinin sadece yabancı bankaların problemi olduğunu sanmakta, ancak şu gerçek yaygın olarak bilinmiyor: Türk finansal sektörünün toplam kredi hacminin takriben %30'unu döviz kredileri oluşturuyor.Krizin şiddetli ve uzun süreli olacak olmasının bir başka nedeni ise ülkemizin rekor dış finansman ihtiyacının olduğu bir ortamda küresel risk iştahının kurumuş olması. Nitekim, ileriye yönelik olarak ekonomimizin en önemli kırılganlık noktasının dış finansman bulabilme konusu olacağına inanıyorum.
2007 öncesi dönemde ekonominin performansının çok iyi olmuş olduğu izlemi yaygın. Ancak, küresel ekonomilerin bu dönemde bir lȃle devri yaşamış oldukları ve ülkemizin de bu olumlu konjoktürden payını almış olduğu, Derviş dönemi reformlarının mirası, politik stabilitenin ekonomiye olumlu etkisi gibi faktörlerin de bu "başarılı ekonomi" algılanmasında katkısı olduğu unutulmamalı. Aslında, çoğu konularda "başarının" gerçek ekonomik bir başarı yerine bir illüzyonu yansıttığı, ya da iyi yönetilen bir pazarlama/halkla ilişkiler kampanyası sonucu olarak oluşturulan izlenimleri temsil ettiği bir gerçek. Örneğin kişi başına milli gelirin 8 yılda 3 kat artmış olduğu iddiasının doğru olmadığı kolayca ispat edilebilir. Bu konu ve diğer illüzyon örnekleri için Sayın Sibel Yerdeniz'in benimle yaptığı "AKP Ekonomi Politikaları bir İllüzyon gösterisi" söyleşisini okuyabilirsiniz. Linki:
Ekonomik Tablo bu derecede karamsarken, ilerdeki ekonomik ortamın çok daha kötü olabileceği ihtimali göz ardı edilenemeyecek bir seviyedeyken, ekonomik yöneticilerin gelişmiş ülkelere karşı gösterdikleri bravadoyu, ve buna neden ihtiyaç duyulduğunu anlamakta güçlük çekiyorum. Bir-kaç örnek:
"Biz olsak Avro ülkelerinin problemlerini 3 ayda çözerdik" "AB'de problem çok ciddi. Umarız ki, bu ciddiyetin Avrupalılar farkındalar, hep beraber çökebileceklerinin de farkındalar. Biz uyarılarımızı yapıyoruz".
"Avrupa'nın problemlerinin temelinde bankacılık ve kamu maliyeti ile ilgili sorunlar var. Bu iki ana problem kaynağı Türkiyenin en güçlü olduğu alanlar"
"Hak etmedikleri, borçlanarak yarattıkları bir refah seviyeleri var" (AB ülkeleri hakkında)
©Tarhan, 2012


No comments:

Post a Comment